13 Kasım 2016 Pazar

Ne Düşünüyorsak Oyuz

 

NE DÜŞÜNÜYORSAK OYUZ

 
Öncelikle başlık cümlesinin kulaklarımızda yer etmiş haliyle başlamak gerekir. "Ne yiyorsak oyuz." Kesinlikle çok yerinde bir cümle. Bir söylem vardır. Obezite, beyaz un çıktıktan sonra yaygınlaşmış. Daha öncesinde bu yönde ciddi bir sorun yokmuş. Sonrasındaki gelişmeler; türlü çeşitte, unlu mamuller, şekerle birleşmiş türevleri ve derken derken kilo almaya ve sağlığını kaybetmeye başlayan dünya insanları. Hatta ABD insanları sağlıksız beslenme konusunda daha kötü durumda.
 
Bu duruma bir dur demek de oldukça zor. Çünkü sektörler oluşmuş. Yatırımlar yapılmış. Bu sektörlerin patronları ülkelerin ekonomilerine vergi ödeyerek katkıda bulunuyorlar. Ve mali gücü ellerinde bulundurdukları için de çeşitli, şekillerde yönetimlere etki edebiliyorlar.
 
Ülkemizde Canan Karatay Hocamızın değeri hala tam olarak anlaşılamadı. Ancak önemli bir bilinçlenme katkısı oldu ülke insanımıza. Okul kantinlerinde zararlı gıdaların satılmamaya başlanması oldukça önemli bir gelişmeydi. İnsanlarımızda ekmekten olabildiğince uzak durulması yönünde önemli bir bilinçlenme oldu. Aslında şu var ki ekmek bizim kutsalımızdı. Yeminler ekmek üzerineydi "ekmek çarpsın" denilerek. Aslanın ağzından artık midesine inmiş olan yine ekmekti. Ekmek parası için çalışıyorduk çünkü. Bu yöndeki bilinçlenme sürecinin başlamasını sağlayan Canan Karatay'dır denilirse, sanırım bu yanlış olmaz.
 
Aslında geçmişten gelen çok eski bilgiler var. Hepimiz biliyoruz. Ama bir spiritüelin bilmesi gereken en önemli bilgi orada da geçerli. Nedir o bilgi? "Bilmek yetmez, uygulamaya geçirmek önemli." Hayata geçiremediğimiz doğru bilgi bize fayda sağlamıyor. Eskiden beri bildiğimiz temel bilgi neydi peki? Un, şeker, tuz. Bu üç beyazdan uzak durmak. Hepimiz biliyorduk, ancak ne kadar uygulanıyordu? Neredeyse hiç.
 
Evet yediklerimiz konusu bu sebeple önemli. Çünkü sorun sadece ekmek ya da unlu mamuller değil. Her yediğimiz şeyi biz bedenimize almış oluyoruz. İçindeki yararlı kısım bize enerji versin, yaşam gücü versin diye yemek ve içmek zorundayız hep. Bu durumda ne yediğimiz ve içtiğimiz son derece önemli. Bedenin yapı taşları bu sayede hayat buluyor. Ve maalesef sağlıksız olan bir dolu yapay yiyecek o kadar lezzetli ki. Bizim aklımızı çelmeye çalışıyorlar sürekli. Pastane ürünleri büyük marketlerin içinde dahi şeytanın günaha davet büroları gibi faaliyet gösteriyorlar. Kendi bedenine zarar verecek şeyleri yeme alışkanlığını bile bile devam ettirmek olmak günah değilse nedir?
 
Peki nasıl bir beslenme şekli geliştirmeliyiz? İşte ne yazık ki henüz insanlık o kadar bilinçlenemedi. Eskiden yağ yeme kolesterol yapar denilirdi mesela. Aslında organik hayvansal yağların bir suçu yoktu. Onlar faydalı olan yağlar. Tabii dengeli tüketildiğinde. Gerçek zararlı olan margarindi. Çünkü yapay olan bir şeyi bedenimiz tanıyamıyor. Tanrının sihirli, yaratım değneği değmemiş onlara. İnsan aklıyla yapay olarak üretilen hiç bir şey şu an için faydalı değil. Bir besin doğallıktan uzaklaştıkça zararlı etkisi artıp bir nevi zehre dönüşüyor. Biz beslendik ve doyduk sanıyoruz ancak vücudumuz ondan aldığı enerjiyle onun verdiği zararı yok etme mücadelesine giriyor. Onu arındırmaya gücü yetmiyor. Biz de sanıyoruz ki doyduk. Hayır bedenimize kötü atıklar ekledik ve ağır bir yük yükledik. Ve bunu düzenli olarak yaparsak beden bir noktada iflas etmeye başlıyor yavaş yavaş. Zehirleniyor ve sinyaller veriyor. Hastalıklar başlayabiliyor. Arıtabileceğinden fazla zararlıyı yükleyerek biz kendimize zarar vermiş oluyoruz.
 
İşte bu sebeple doğal tarım ve gıdalar önemli. Doğal gıdaların bir çoğunun kendince ayrı faydası var. Çünkü orijinal ürün. Yapaylık yok. İnsan teknolojisi ve bilimi henüz emekleme aşamasında bile değil. Bilimin ve tıbbın tarihi 300 bilemedin 500 yıl denilebilir. En kayda değer kısmı ise son 100 yıl sadece. Hatta 1950 'li yıllarda "yemekten sonra bir sigara içmek hazmı kolaylaştırır" diyen doktorlarımız varmış. Forumumuzda dahi kanal mesajı olduğu söylenen bilgilerde bir zaman sigaranın faydalı olduğu yazıyordu. Ancak artık kesin olarak kanıtlandı ki, bağımlılık yapıyor ve çok büyük zararları var vücuda.
 
Faydalı kimi ayrıntılarda da epey bilinçlendik. Yumurtanın dahi doğal beslenen, gezen tavuk yumurtası olduğunda daha faydalı olduğunu biliyoruz artık. Yani bu demek oluyor ki, o tavuğun gezindiği yerde yediği yeşilliğin, solucanın ne kadar doğal gıda aldığı dahi önemli. Dünyanın kirli bir çevresi yerine daha doğal ve temiz bölgesinde beslenen tavuk olması dahi önemli. Önüne atılan buğdayın da ne kadar doğal ortamda ve doğal gübreyle beslendiği dahi önemli. Ve ancak bunu gerçekten sağlayacak bilince sahip olmayan bir dünyada yaşıyoruz halen. Çevrecilik faaliyeti ise ancak farklı amaçlara kılıf yapılarak sözde yapılıyor ancak.
 
Ancak biz kendi adımıza kendimiz için ne kadar doğal beslenebilirsek o kadar iyidir diye düşünmeliyiz. Çevreciliğe kadar dayanan bir beslenme bilincini anlayıp, kabul edip, bunu bir kafede pasta ve yanında kola eşliğinde tabletimizden okuyorsak en başta bahsettiğimiz konuya gelmiş oluruz. Önemli olan bilmek değil uygulamak. Sağlıklı, doğal ürünler yemek ve doğal kaynak suyu içmek. Evde üretimi kefir ve yoğurt, bedenimiz için çok sağlıklı gıdalardır diye de not düşelim.
 

Bu kadar uzun bir girizgahtan sonra başlık konumuza gelelim. Yediklerimiz ve içtiklerimiz doğal olarak beynimizin salgılayacağı hormonlara da etki ediyor. O sebeple konuya oradan girmek gerekiyor. Ve işte bu hormonların salgılanmasına etki eden en önemli unsur ise düşünce sistemimiz. Eğer sağlıklı düşünce kalıplarımız varsa, bu bedenimiz için salgılanan hormonların da en iyi şekilde kontrol edilmesini sağlıyor. Beynimiz ve bedenimiz en sağlıklı haline en doğru düşünce kalıpları sayesinde ulaşabiliyor. Burada 'fikir özgürlüğü' denen kavramla dahi çelişen bir durum var. Zararlı fikirlerin beyinde yarattığı etki bedenin sağlaması gereken faydayı düşüren etki yapmış oluyor.
 
Dikkat edelim, günümüzde yaşına göre çok genç gösteren insanlar var. İşte onların kendi inanış biçimleri ve benimsedikleri faydalı düşünce kalıpları bedenlerinin genç görünmesine olumlu katkıda bulunmuş. Mutlaka genetik unsurlar da vardır ancak genetik unsura etki eden aileden kazanılmış düşünce kalıplarını dahi göz ardı etmemek gerek.
 
Çokça geliştirilebilir örnekler, ancak buna insanların genel inanç sistemlerinden kaynaklanan ve çok rastlanan bir düşünce kalıbını örnek verirsem belki daha iyi anlaşılabilir.

Olumlu olmayan düşünce kalıpları:
Gittikçe yaşlanıyoruz.
Unu eledik eleği astık.
Yaş 70, iş bitmiş.

Olumlu ve faydalı düşünce kalıpları:
Yıllar ilerledikçe daha gençleşiyorum.
Daha yapılacak çok işler var.
Gençliğimin baharındayım.

Mükemmel çalışma yeteneği olan bir donanımımız var. Beynimiz. Bizden sadece doğru komutları bekliyor. Yani düşünce kalıplarının sağladığı telkinleri. Evet bu ikinci bölümdekileri benimser ve sürekli kendimize telkin edersek, çalışacaktır. Çünkü beynimiz de bu yapıcı düşünce kalıplarına uygun hormonları kendiliğinden salgılamaya başlayacak. Ve olumlu düşünce kalıpları sadece gençliğe ve sağlığa dair değil. Buradaki örnek öyle sadece. Her yaşta da uygulanması gerekir. Çocuklarımızı da en kısa sürede bu konuda bilinçlendirmeliyiz. Eğer hayatımızın her anına dair olumlu düşünce kalıpları benimsemeyi adet edinirsek, bizi kimse tutamaz.

İşte zaten insan için 'hayat denilen şey, bir olumlu düşünce kalıplarını oluşturma ve yayma sanatıdır' da diyebiliriz. Bilinçlenme, başkalarına fayda sağlama ve gelişim bununla birlikte ister istemez gelir.
 
 
Sağlık, huzur ve mutlulukla.



Her hakkı saklıdır. İzinsiz yayınlanamaz.
Sadece bir forum ve bir blog sitesinde yayın hakkı bulunmaktadır.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder